-
1 fena olmak
а) почу́вствовать себя́ пло́хоб) расстро́иться; волнова́ться, изводи́ться -
2 fena olmak
дэи хъун, цIапIэ хъун -
3 fena olmak
to feel bad, to feel faint -
4 fena
fena [-ɑː] schlecht (z.B. Wetter, Nachrichten); böse (z.B. Lage, Dinge); Mensch schlecht, böse, übel;fena değil! nicht übel!;-i fena etmek jemandem Übelkeit verursachen; vor den Kopf stoßen;-e fena gelmek jemandem schlecht, übel erscheinen; Essen jemandem nicht bekommen;fena gitmek Geschäfte schlecht gehen;fenasına gitmek jemanden verdrießen, ärgern; es tut jemandem leid;fena halde sehr, furchtbar;fena kalpli böse, bösartig;fena kokulu übel riechend;fena olmak sich schlecht fühlen; aufgeregt werden;-i fenaya çekmek Wort usw übel auslegen -
5 fena
ду́рно* * *1.плохо́й, скве́рный2.fena hava — плоха́я пого́да
пло́хо, скве́рно3.fena korkmak — си́льно испуга́ться
плохо́еfenaya yormak — а) истолкова́ть в плохо́м смы́сле; б) истолкова́ть к плохо́му
••fena gelmeyince iyiliğin kadri bilinmez — посл. не позна́в плохо́го, не оце́нишь хоро́шего
- fena etmek - fenasına gitmekfena haber tez duyulur — посл. плохи́е ве́сти не стоя́т на ме́сте
- fena gözle bakmak
- fena olmak
- fenaya sarmak
- fena yapmak
- yerine vurmak -
6 fena
"1. bad; evil. 2. ill, sick. 3. terrible, miserable. 4. badly, poorly. 5. extremely, terribly. - bakmak /a/ to glare angrily (at). -ya çekmek /ı/ to take (something) in a bad sense. - değil/sayılmaz. Not bad!/Pretty good! - etmek 1. to behave badly, act wrongly. 2. /ı/ to harm, injure; to teach (someone) a lesson. 3. /ı/ to make (someone) feel sick. - gitmek to go badly. -sına gitmek 1. (for an action or word) to pain, upset (someone). 2. to irritate, exasperate (someone). - gözle bakmak /a/ 1. to harbor evil intentions (towards). 2. to look daggers (at). 3. to look at (someone) with a lustful eye. - halde in the worst way, extremely, excessively, badly. - kalpli wicked. - muamele law ill-treatment. - olmak 1. to feel sick, feel faint. 2. to feel anguish, be upset. -ya sarmak to take a turn for the worse. -ya varmak to get worse; to end up badly. - yakalanmak to be caught red-handed. - yapmak /ı/ to harm, injure; to teach (someone) a lesson. - yerine vurmak /ın/ to hit (someone) in a vulnerable spot. -ya yormak /ı/ to interpret (a gesture, word, or piece of news) as unfavorable." -
7 missraten
missraten*RR [mıs'ra:tən], mißraten*ALTein \missratenes Kind fena bir çocuk -
8 abfallen
abfallen v/i <unreg, -ge-, sn> düşmek, dökülmek; POL ayrılmak (partisinden usw); fig Leistung usw azalmak;abfallen gegen -e oranla fena olmak -
9 плохо
1) fena, kötüпло́хо пита́ться — iyi besin alamamak
пло́хо относи́ться к кому-л. — birine karşı fena davranmak
пло́хо па́хнуть — kokusu kötü olmak, fena kokmak
пло́хо ко́нчиться — sonu fenaya varmak
пло́хо знать язы́к — dili iyi bilmemek
он пло́хо зна́ет англи́йский язы́к — İngilizcesi bozuktur
он пло́хо пел / спел — fena okudu
я пло́хо пла́ваю — ben iyi yüzemem
ты пло́хо сде́лал, что не пришёл — gelmediğine fena ettin
ра́зве мы пло́хо сде́лали / поступи́ли? — kötü mü ettik?
дела́ иду́т пло́хо — işler bozuk gidiyor
2) безл., → сказ. fenaпло́хо то, что... — işin fenası şu ki,...
у него́ пло́хо с деньга́ми — parası kıttır, para sıkıntısı çekiyor
3) безл., → сказ. ( о тяжелом состоянии)мне пло́хо — fena oluyorum
ей вдруг ста́ло пло́хо — fenalaştı, birdenbire üstüne fenalık geldi
4) → сущ., с, нескл. ( отметка) zayıf -
10 übel
übel <übler, am übelsten> ['y:bəl]mir ist \übel içim [o midem] bulanıyor, fena oldum, fenalaştım;mir wird \übel içim [o midem] bulanıyor, fena oluyorum;er ist ein übler Bursche mayası bozuk bir heriftir;nicht \übel ( fam) fena değil [o sayılmaz];das ist gar nicht (so) \übel ( fam) bu hiç de fena değil [o sayılmaz]II adv;\übel dran sein durumu kötü olmak;jdm \übel mitspielen birine fenalık [o kötülük] etmek;das wäre gar nicht so \übel bu hiç de fena olmaz -
11 bitter
1. adj acı a fig; Kälte şiddetli, sert;das ist bitter! bu kolay yutulur lokma değil!;eine bittere Enttäuschung acı bir hayal kırıklığı;bittere Not leiden zaruret içinde olmak;es ist mein bitterer Ernst ben (bu konuda) gayet ciddiyim2. adv: (sehr) etwas bitter bereuen fena halde pişman olmak;etwas bitter nötig haben bş-e fena halde ihtiyacı olmak -
12 böse
böser Blick nazar;jenseits von gut und böse sein gerçeklerle ilgisiz ( oder hayata yabancı) olmak; Überraschung, Verletzung fena, çirkin;eine böse Erfahrung machen kötü bir tecrübe geçirmek; fam (ärgerlich, wütend) auf jemanden böse sein b-ne kızmak, b-ne kızgın olmak; fam (ungezogen, unartig) ein böses Kind yaramaz/arsız bir çocuk2. adv fena halde, kötü;er meint es nicht böse öyle söylüyor ama niyeti kötü değil -
13 schlecht
schlecht adj kötü, fena; Qualität, Leistung a adi;schlecht sein in etwas -in bş-i kötü olmak;mir ist schlecht fenalaştım, fenayım;mir wird schlecht fenalaşıyorum;schlecht (krank) aussehen fena (hasta) görünmek;sich schlecht fühlen kendini kötü hissetmek;schlecht gelaunt -in keyfi bozuk;jemanden schlecht machen b-ni karalamak, kötülemek;schlecht werden Fleisch usw bozulmak;es geht ihm schlecht durumu kötü/bozuk;schlecht reden von hakkında kötü konuşmak;es steht schlecht um ihn durumu kötüye gidiyor;schlecht daran sein -in işi zor olmak;heute geht es schlecht bugün (durum) kötü;schlechte Laune keyifsizlik;schlechte Zeiten zor zaman(lar) -
14 mal
In m (pl maux,)1 douleur ağrı, acı [a'ʤɯ]2 avoir du mal à faire qqch bir şeyi yapmakta zorlanmak♦ se donner du mal çaba harcamak◊Elle s'est donné du mal pour terminer à temps. — Zamanında bitirmek için bayan çaba harcadı.
3 critique kötü şey4 immoralité kötülük [cœty'lyc]II1 incorrectement kötü [cœ'ty]◊C'est mal fait. — Bu kötü yapılmış.
◊Il a mal compris. — Yanlış anladı.
2 immoralement kötü [cœ'ty]a kötü olmakb kötü gitmek◊Ses affaires vont mal. — İşleri kötü gidiyor.
4 se sentir mal kendini kötü hissetmek5 pas mala fena değil◊Je m'en moque pas mal. — Umurumda değil.
◊Il n'est pas mal. — O fena değil.
6 pas mal de fena sayılmaz. -
15 hava
"1. air, atmosphere. 2. weather. 3. climate. 4. the sky. 5. law air rights. 6. wind, breeze. 7. melody, tune, air. 8. mus. pitch of a note. 9. one´s pleasure, whim; mood, humor, state of mind. 10. atmosphere, prevailing emotional state. 11. style, style of expression. 12. environment, social environment. 13. nothing, bosh. 14. airs, affectation. -dan 1. free, for nothing, without any effort, as a windfall, out of the blue. 2. empty, worthless. -ya 1. upward, up. 2. uselessly, to no avail, in vain. - açmak/açılmak for the sky to clear. - akımı draft, draught, current of air in an enclosed space. - akını air raid, air attack. - almak 1. to breathe fresh air. 2. to absorb air, take in air. 3. slang to end up getting nothing, go home empty-handed. - atışı basketball jump ball. - atmak slang 1. to put on airs. 2. to speak claptrap. - basıncı atmospheric pressure. - basmak 1. /a/ to blow up, inflate. 2. slang to give oneself airs, blow oneself up. 3. slang to speak claptrap. - boşaltma makinesi vacuum pump. - boşluğu 1. air pocket, air hole, downdraft (as felt in an airplane). 2. air shaft, air well (in a building). - bozmak for the weather to turn stormy or rainy. -yı bozmak to dampen the spirits of a group. - bulanmak for the weather to turn rainy. -sını bulmak to begin to feel happy, get into a good mood. - cereyanı draft, draught, current of air in an enclosed space. - çarpmak /ı/ for the wind or weather to affect (someone), cause (someone) discomfort. - çekici pneumatic hammer, air hammer. - değişimi 1. change of air, moving to another climate for medical reasons. 2. change in the weather; climatic change. - değiştirmek to move to another climate for medical reasons. - deliği 1. ventilation hole. 2. ventilation conduit (in a building). - durumu weather conditions. - düzenleyicisi air conditioner. - filosu air fleet. - freni air brake, pneumatic brake. - geçirmez airtight, airproof, hermetically sealed. - gemisi airship, dirigible. -ya gitmek to be in vain, be wasted. -nın gözü yaşlı olmak to threaten rain. - haznesi mech. air chamber. (birine göre) - hoş olmak (for something) not to matter (to someone). - hukuku air law. - iyi/fena esmek for things to be going well/badly. - kabarcığı air bubble, bubble. - kaçırmak to lose air. -da kalmak 1. to be up too high. 2. to be up in the air, be left in suspense, not to come to a conclusion. 3. to be left unsupported or unproved. - kanalı air conduit. - kapağı air valve. - kapanmak for the sky to be overcast. - kararmak 1. for night to fall; to get dark. 2. for the sky to become heavily overcast, get dark. - kesesi zool. 1. air bladder, gas bladder, swim bladder. 2. air sac (in birds and insects). - keşfi mil. air reconnaissance. - kırılmak for cold weather to break; for weather to begin to warm up. - kirliliği/kirlenmesi air pollution. - korsanı skyjacker, air pirate. - köprüsü airlift. - kuvvetleri air force. - meydanı airfield, landing field; airport. -sı olmak (for someone) to have a warm, attractive personality. (birinde bir kimsenin) -sı olmak to have something about (her/him) which reminds one of (someone else), resemble (someone). - oyunu futures, speculative trading in futures. -ya pala/kılıç sallamak to waste one´s energy. - parası 1. key money, cash payment demanded of a new renter before he takes possession. 2. money paid beyond what can be shown on a receipt. - patlamak for a storm to break. - payı margin of safety. - raporu weather report. -ya savurmak /ı/ 1. to throw (something) up into the air. 2. to spend (money) foolishly, throw (money) to the winds. - sıkmak slang to be a bore; to be a pain. -dan sudan 1. at random, randomly, of this and that. 2. random, of a random nature. - tahmini weather forecast. - tahmin raporu weather report. - tebdili change of climate (necessitated by ill health). -ya uçmak to be blown up, be blown sky-high. -ya uçurmak /ı/ to blow (something) up. -sına uymak /ın/ to adap -
16 петь
несов.; сов. - спеть1) (şarkı) söylemek, okumakпеть пе́сню — bir şarkı söylemek
петь па́ртию Ле́нского — Lenski partisini söylemek
он непло́хо пел / спел — fena okumadı
2) тк. несов. ( профессионально) ses sanatçısı olmak, şarkıcı olmakпеть в опе́ре — opera sanatçısı olmak
пел он и на о́перных сце́нах — opera sahnelerine de çıkmıştı
3) в соч.в его рука́х / у него́ скри́пка поёт — o, kemanı konuşturuyor
4) (о птицах, насекомых) ötmek; şakımak5) ( прославлять) terennüm etmek -
17 rank
adj. bol, çok, gür, kaba, kaba saba, verimli, bereketli, tam, alâsı, bakımsız (bahçe), bozulmuş, kokmuş, kokuşmuş, iğrenç————————n. sıra, dizi, saf, rütbe, aşama, sınıf, tabaka, derece————————v. dizmek, sıraya koymak, saymak, yer vermek, dizilmek, sıra olmak, rütbesi olmak, sayılmak, yüksek rütbeli olmak* * *1. rütbe 2. sıraya koy (v.) 3. sıra (n.)* * *I 1. [ræŋk] noun1) (a line or row (especially of soldiers or taxis): The officer ordered the front rank to fire.) sıra, dizi, saf2) ((in the army, navy etc) a person's position of importance: He was promoted to the rank of sergeant/colonel.) rütbe3) (a social class: the lower social ranks.) sınıf2. verb(to have, or give, a place in a group, according to importance: I would rank him among our greatest writers; Apes rank above dogs in intelligence.) saymak, dahil etmekII [ræŋk] adjective1) (complete; absolute: rank stupidity; The race was won by a rank outsider.) tam, iyice, son derece2) (unpleasantly stale and strong: a rank smell of tobacco.) ağır/fena kokulu•- rankness -
18 дело
с1) врз iş; meşgale; mesele; görev, vazife ( обязанность)госуда́рственные де́ла́ — devlet işleri
дома́шние де́ла́ — ev işleri
я е́ду по де́лу — bir iş için gidiyorum
бо́льше у меня́ здесь дел нет — benim burada işim kalmadı
сиде́ть без де́ла — boş durmak
хоро́шее де́ло - чита́ть — okumak - iyi bir şeydir
де́ло вку́са — zevk meselesi
де́ло че́сти — onur meselesi
э́то лишь одна́ сторона́ де́ла — bu, işin sadece bir yanı
слова́ и де́ла́ — sözler ve işler
2) dava; eserслужи́ть де́лу ми́ра — barış davasına hizmet etmek
3) в соч.библиоте́чное де́ло — kütüphanecilik
кузне́чное де́ло — demircilik
в соверше́нстве знать своё де́ло — işinin eri / ehli olmak
4) юр. dava5) канц. dosyaизъя́ть докуме́нт из де́ла — evrakı dosyadan çıkarmak
6) olayде́ло бы́ло / происходи́ло в дере́вне — olay bir köyde geçiyordu
••смотрю́, де́ло пло́хо — baktım, gidiş fena
в чём де́ло? — ne var?, ne oluyor?
в са́мом де́ле — gerçekten
э́то (совсе́м) друго́е де́ло! — o başka!
ва́ше де́ло — siz bilirsiniz
как (ва́ши / твои́) де́ла́? — işler nasıl?
не твоё де́ло! — senin üstüne vazife değil!
э́то твоё де́ло! — bu, senin bileceğin bir iştir!
моё де́ло сказа́ть, а... — benden söylemesi,...
на́ше де́ло дать вам сове́т — bizden size tavsiye etmesi
а согласи́тся он и́ли нет, э́то уж друго́е де́ло — razı olur ya da olmaz, o ayrı
я пе́рвым де́лом позвони́л (по телефо́ну) — ilk işim telefon etmek oldu
де́ло за деньга́ми — iş paraya kaldı
име́ть де́ло с кем-л. — biriye alış-verişi olmak; düşüp kalkmak
то и де́ло — ikide birde
то ли де́ло - дома́шняя пи́ща / еда́ — ev yemekleri başka
де́ло в том, что... — mesele şu ki...
де́ло не в э́том — mesele onda değil
де́ло идёт о... — söz konusu olan,...
а тебе́ и де́ла нет (до э́того)! — umurunda bile değil senin!
кому́ како́е де́ло! — kime ne?
како́е мне де́ло до э́того? — bundan bana ne?
-
19 schwer
schwer beladen yükü ağır, çok yüklü;schwer beleidigt fena halde gücenmiş;schwer erziehbar eğitimi güç, sorunlu;schwer fallen ağır/zor gelmek (D -e);es schwer haben zorluk(lar) içinde olmak;es fällt ihr schwer zu … … yapmak ona çok ağır/zor geliyor;schwer machen: jemandem etwas schwer machen b-ne bş-de zorluk çıkarmak;jemandem das Leben schwer machen b-ne hayatı zehir etmek;schwer nehmen zor tarafından almak, önemsemek;sich schwer tun mit -de zorlanmak;schwer bewaffnet tepeden tırnağa silahlı;schwer verdaulich sindirimi/hazmı zor, ağır;schwer verletzt ağır yaralı;schwer verständlich zor anlaşılır;100 Gramm schwer sein 100 gram ağırlığında olmak, 100 gram çekmek/gelmek;schwer zu bekommen fam temini güç;schwer zu sagen söylemesi güç;schwer zu verstehen anlaşılması güç;schwere Zeiten sıkıntılı dönem sg;schweren Herzens üzüle üzüle2. adv: schwer arbeiten ağır çalışmak -
20 Luft
Luft [lʊft] f1. kein pl1) ( Gasgemisch, Atem\Luft) hava;\Luft aufpumpen hava basmak [o vermek];die \Luft aus etw dat herauslassen bir şeyin havasını boşaltmak, bir şeyi söndürmek;die \Luft ist rein ( fam) ortada kimsecikler yok, tehlike yok;es herrscht dicke \Luft ( fam) hava fena esmek;sich in \Luft auflösen ( fam) yok [o toz] olmak;jdn wie \Luft behandeln ( fam) birini hiçe saymak;2) ( Atem) nefes, soluk;nach \Luft schnappen ( fam) soluk alamaz olmak;die \Luft anhalten nefesini tutmak;( tief) \Luft holen (derin) soluk [o nefes] almak;keine \Luft bekommen soluk alamamak;mir blieb vor Schreck die \Luft weg ( fam) korkudan soluğum kesildi;jdm die \Luft zum Atmen nehmen birine nefes aldırmamak;von \Luft und Liebe leben ( fam) havadan yaşamak3) ( fam)seinem Ärger \Luft machen öfkesini gidermeketw in die \Luft sprengen bir şeyi havaya uçurmak;vor Freude in die \Luft springen sevinçten havalara uçmak;das ist völlig aus der \Luft gegriffen bu tamamen uydurma;in der \Luft hängen ( fam) havada kalmak;
- 1
- 2
См. также в других словарях:
fena olmak — 1) (biri) hasta gibi olmak, fenalaşmak Bütün bu hatıraların yerini bir tek duygu, fena bir duygu, fenayım, fena oluyorum duygusu kapladı. P. Safa 2) (biri) kötüleşmek 3) (biri) çok üzülmek, bozulmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
fena — 1. sf., Ar. fenāˀ 1) İyi nitelikte olmayan, kötü Rüşvet aslında fena şeydir fakat daha fenası rüşvet ayıplığını kaybetmişliktir. B. Felek 2) Üzücü Bu savaş yılları o kadar fena ve ağır felaketler öğretmişti ki... H. E. Adıvar 3) İstenilen ve… … Çağatay Osmanlı Sözlük
fena bulmak — ölmek, yok olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
FENA — (Beka nın zıddı) Yokluk. Yok olma. * Geçici dünya. * Geçip gitme. * Tas: Kendi varlığından geçmek. * Kötü. * Devamlı olmayan. * Çok kocamış olmak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
postundan olmak — bulunduğu makamı yitirmek Bizim Balkanlı arkadaşlar ise böyle bir hadise neticesinde postundan olmak gibi fena bir akıbete uğrayacaklarından korkuyorlardı. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
ters pers olmak — 1) yüzükoyun düşmek 2) mec. fena hâlde bozulmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
hava fena esmek — ortamla ilgili her türlü şart kötü durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
HUNUZ — Kokup fenâ olmak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
tutulmak — nsz 1) Tutma işi yapılmak veya tutma işine konu olmak Bir yazıhane kiralanmış, aylıkla bir otomobil tutulmuştu. E. E. Talu 2) Ay ve güneş tutulma olayına uğramak 3) Ünlü olmak, meşhur olmak 4) Tutuk duruma gelmek 5) Bir organı işleyemez olmak… … Çağatay Osmanlı Sözlük
demek — nsz, r 1) Söylemek, söz söylemek Eskilerin dediği gibi beşer, şaşar. B. Felek 2) e Ad vermek Muşmulaya döngel de derler. 3) Bir dilde karşılığı olmak Kamer ay demektir. 4) Herhangi bir ses çıkarmak Küt dedi, düştü. 5) e Herhangi bir kanıya,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
hâl — is., li, Ar. ḥāl 1) Bir şeyin içinde bulunduğu şartların veya taşıdığı niteliklerin bütünü, durum, vaziyet Herkes hâline göre bir hediye verdi. H. R. Gürpınar 2) Davranış, tutum, tavır Bambaşka bir hâliniz vardır sizin. Merhametli bir insan… … Çağatay Osmanlı Sözlük